Saturday, November 28, 2009

Devin Townsend - Ziltoid The Omniscient (2007)

Hani hep düşünürüm neden bu progressive metal yapan müzisyenler kendilerini çok ciddiye alır diye. Dream Theater her yönüyle en mükemmelini biz yapıyoruz duruşu sergilemeye çalışır, Pain of Salvation sürekli bir anlam arayışı içerisinde hikayeler anlatır, bunalıma sürüklemeye çalışır, Green Carnation bir saatlik şarkı yapmaya çalışır, Ayreon başka bir alem zaten, ne yapmaya çalıştıklarını onların da bildiğini sanmıyorum pek.
Devin Townsend, benim hiç beklemediğim bir tarz ile; "Neden komik progressive rock yok? Progressive müzik sınırları zorlamak üzerine değil midir?" sorumu cevapladı. Ziltoid, kahveye bayılan, dördüncü boyuttan her şeyin hakimi bir yaratık. Büyük savaş filoları var ve kahve içmek için Yerküre'ye geliyor. Haliyle kibirinden dolayı, verilen kahveyi beğenmiyor ve Yerküre'ye savaş açıyor. Hezimete uğruyor ve uzayda dolaşmaya başlıyor. Beşinci boyutun gezegen yokeden varlığına gidip yardım istiyor, Evrenin ve her şeyin yaratıcına gidip akıl danışıyor. Meğersem evrenin ve her şeyin yaratıcı ot çekip kafayı bulan, kendi halinde bir elemanmış. Ama özlü sözler vermekten geri kalmıyor. Kendini çok ciddiye alan bir ana karaktere sahibiz. Bu da başına gelen olayların absürtlük derecelerini kat kat arttırıyor. Bu yüzden albümdeki tüm karakter Otostopçu'nun Galaksi Rehberi'nden fırlamış gibi davranırken, olaylar da bir o kadar bilim kurgu klasiğine bölüm olacak kadar garip bir komiklik içeriyor.

Ziltoid'un ciddiliğini özellikle müziğin sertliğinden alıyoruz. Ziltoid sahneye giriş yaptığında veya bir tehditte bulunduğunda gitar ve davul da sert giriyor şarkıya. Fakat olayın komikliği, müziğin sertliğiyle birleşince tezaklıktan dolayı daha da komik bir sunum ortaya çıkıyor. Kısacası her parçadaki diyalog ve konuşmalar akılda kalıcı olduğu kadar, melodiler de kafanıza takılıp kalıyor.

Konsept albümde dinlerken karşılaşacaklarınız aşağı yukarı bu tarz şeyler. Anlatınca pek komik gelmiyor haliyle fakat şarkıların başlarında, ortalarında geçen diyaloglar ve anlatıcının kullandığı dil hikayeyi size sunarken aynı zamanda tonlamalar ve içerik ile keyifli bir o kadar da komik dakikalar geçirmenizi sağlıyor.

Townshend albümde duyduğunuz her enstrümanı kendisi çalmış, kaydetmiş ve bir sürü şeyini kendisi halletmiş. Belki de tek başına çalıştığı için bu kadar rahat ve eğlenceli bir albüm yaratmayı başarmış; Ne fikrinin uyuşması gereken bir başka grup elemanı var, ne de önerine gereksiz burun kıvırmalar yapacak kendini çekemeyen başka bir grup üyesi var. Townshend bu noktada kendisini de komedinin içine katıyor. Şöyle ki, Ziltoidia Attaxx! parçasında adam gitar solosu atmadan önce Ziltoid'un ağzından; "Check this out; it's simple" deyip girebiliyor solosuna ardından; "I'm the greatest guitar player ever lived!" diyebiliyor. Ama ne de olsa Ziltoid sadece bir "Nerd."

Progressive Rock artık komik olmayı başarabilmiş bir tür. Bu komikliği tür olarak "Comedy" şeklinde tag'lenen grupların ki ile karşılaştırmıyorum, Grup Vitamin ya da Lonely Island komiktir ama müzik adına yapmazlar esprilerini, komedi adına yaparlar. Gong zamanında belki eğlenceli müzik yapmıştır ama komediyi müziğe yedirebilmek ve melodiyi komik yapabilmek sanırım Devin Townshend ile mümkün kılınmıştır.

Devin Townshend

Devin Townsend / vokal, gitar, bass, synthesizer, davul, sample

Ziltoid The Omniscient

1. ZTO (1:17)
2. By Your Command (8:09)
3. Ziltoidia Attaxx! (3:42)
4. Solar Winds (9:46)
5. Hyperdrive (3:47)
6. N9 (5:30)
7. Planet Smasher (5:45)
8. Omnidimensional Creator (0:48)
9. Color Your World (9:44)
10. The Greys (4:15)
11. Tall Latté (1:03)

Toplam Zaman: 53:46

Tuesday, March 18, 2008

Marillion - Misplaced Childhood (1985)

Bir inceleme yazısı yazdıktan sonra link vermek çok sıkıcı oluyor bazen, o yüzden sanırım uzun süredir upload yapmadım. Neyse efendim; Marillion. başka söze gerek yok demek istiyorum ama bir iki laf edeceğim merak etmeyin.

Marillion'u deli gibi dinlemedim ama Misplaced Childhood, bambaşka bir şey ve deli gibi dinlediğim bir albüm. bu aralar bana gelip; "bir albüm söyle ama sadece bir tane olsun" derse birisi direk bu ismi veririm kendisine. Eleman Fish'in söz yazarlığı, yarattığı hikaye, kurgu kesinlikle doyurucu ve Marillion'un ilk iki albümü yerine daha optimist ve neşeli bir albüm. Söz yazarlığının ön plana çıktığı albümde arkada çalan melodileri ise kaçırmanız mümkün değil; her saniye kulağınızı çınlatan klavye, vokalin sustuğu anda öne çıkan ve dinleyiciyi uyandıran, uçuran bir solo elektro gitar, kesinlikle bir oturuşta dinleyip, öyle başından kalkacağınız bir albüm.

Kayleigh gibi hit bir parça çıkarıp aynı zamanda albüme gerinlik kazandırabilmişler söz yazarlığında. özellikle; "do you remember..." diye başlayıp yapılan betimlemeler göz dolduruyor. öte yandan ardından gelen Lavender ve daha sonra gelen Lords of The Backstage gibi parçalar albümün neşeli ve mutluluk saçan yönünü ön plana çıkarırken, Bitter Suite ile Blind Curve ile biraz depresif bir atmosfere yöneliyoruz ve Waterhole ile tam dibe vurmuşken, Childhood End? ile ışığı görüyoruz. final parçasındaki White Feather'da ise "Divided we stand, together we'll rise" dizesi ile Fish abimiz Roger Waters'a bir güzel giydiriyor ki sormayın. böylece Pink Floyd'daki o karamsar ve dinleyiciyi sıkan havanın tek son olmadığı gösteriyor bize Fish. Pink Floyd albümlerinde, özellikle The Wall'da, çıkış yolunun ve mutlu sonun olmayabileceği düşüncesini, Misplaced Chillhood'da, üçüncü albümde zor olsa da kıran bir anti-kahraman var elimizde. öte yandan Fish'in savaş karşıtı cümleleri ve göndermeleri de albümün The Wall'dan etkilendiğinin başka bir göstergesi. zaten iki albümde de kahramanımızın çocukluğuna olan yolculuğumuz bu iki albümü bir çok yönden benzer kılıyor. Neyse çok uzaklaşmayalım albümden, iki albümün fikirsel karşılaştırılmasını albümü dinlerken kendiniz büyük ihtimalle yapacaksınız zaten.

Saygılar.

Marillion

- Fish / vokal
- Mark Kelly / Klavye
- Ian Mosley / davul
- Steve Rothery / Gitar
- Pete Trewavas / Bass

Misplaced Childhood

1. Pseudo Silk Kimono (2:13) 
2. Kayleigh (4:03) 
3. Lavender (2:27) 
4. Bitter Suite (5:53) 
5. Heart Of Lothian (6:02) 
6. Waterhole (Expresso Bongo) (2:12) 
7. Lords Of The Backstage (1:52) 
8. Blind Curve (9:29) 
9. Childhood End? (4:32) 
10. White Feather (2:23) 

Toplam Zaman: 41:05

Saturday, February 2, 2008

Harmonium - Si On Avait Besoin D'Une Ciquème Saison (1975)

'70'li yıllardan kalma Quebec'li grup kısaca. Maneige gibi zamanının Quebec progresif müziğini sırtlamışlar ve Kanada'lı Fransızlara progresif müzik bağlamında altın çağını yaşatmışlar. Folk öğeler, jazzy soundu, senfonik ve yer yer saykodeli yapısı ile çok farklı ve kendilerine göre bir tarz oluşturmuşlar. Zaten Fransızların jazz rock/fusion türüne olan bağımlılıklarının bu grubu da yansıması beklenebilecek bir şey. Normandeau kardeşlerin başı çektiği grubun beyni ağabey Fiori. yazdığı lirikler ve yarattığı müzik pastoral, sessiz ve sakin bir göl kenarı özlemi gibi imgesel bir anlatıma sahip.


"Si On Avait Besoin d'Une Ciquème Saison" (Eğer beşinci bir mevsime ihtiyacımız olsaydı) grubun üç albümlük diskografisindeki en göze çarpan çalışması olarak kabul edilebilir. Şüphesiz Antonio Vivaldi'nin "Dört Mevsim" eserinden yola çıkarılarak oluşturulan eser romantik duygularla bir beşinci mevsim arayışı içinde. mevcut dört mevsimi kendine göre yorumlayan grup, 20 dakikalık epik "Histoires sans paroles" (Sözsüz Öyküler) parçası ile beşinci bir mevsim arayışına giriyor. aynı zamanda "Beşinci Mevsim" olarak da geçen parçadaki flüt kullanımı, mellotron ve piyano dinleyiciye tanıdık gelecek kompozisyonlar sunuyor. Özellikle parçanın başında ve sonunda bulunan flüt solosunun bir Türk şarkıcısı tarafından araklanıp kullanıldığını bile söyleyebilirim ama henüz bulamadım bahsettiğim parçası. parçanın ortalarındaki vokal solo ise bambaşka bir boyut katıyor parçaya. albümün bir yerinde iki saniyelik bass davul hariç davul kullanılmadığı düşündüğümüzde, pastoral imgenin verilmesinde gitar rtimlerinin ve flütün büyük etkisi olduğunu söyleyebiliriz. öte yandan davulun mevcut olmaması bas gitar için de büyük avantaj sağlamış durumda; hem parçanın akışını bizzat kontrol eden, hem de kendini ön plana çıkartabilen bir bas gitar var. bunu "Vert" parçası ile örneklendirebiliriz.

Vokallerde Quebec Fransız aksanı kullanıldığı için liriklerin anlaşılması zorlaşıyor diyebilirim benim açımdan. öte yandan bir çok sözcüğü yuttan vokal, bunu şiirsel liriklerin armonik bir şekilde seslendirilmesi için yapıyor. bolca vokal solo da bulunduran albüm bu bakımdan entrümental yapısı kadar vokal ve lirikler açısından da iddalı. "Histoires Sans Paroles" parçasını biraz bu önermenin dışında tutmakta yarar var.

Yeşil anlamına gelip ilkbaharı simgeleyen "Vert" saykodelik başlayıp folk bir yapı alırken, "Dixie" parçası için country müziğinden yola çıkarak kendi pastoral folk yapısını oluşturduğunu söyleyebiliriz. albümün en eğlenceli enstrüman kullanımını sunan parça yaz mevsimi adına yazılmış; nitekim dixie kelimesi yazı ifade eder. "Depuis L'automne" parçası da sonbaharın hüzünlü yapısından yola çıkarak yalnızlık, yorgunluk ve uzaklaşma isteği üzerinde duruyor. climatic bir yapısı da olan parça ilk iki parçadan daha farklı bir yapıya sahip. Son olarak "En plein face" parçası insanda karla kaplı bir açık alanda koşuşturma hissi ile sıcak evinde camdan yağan kar-ı izlerken kahve kokusunun burna gelmesi hissi arasında bir çizgi oluşturuyor.

Sakin, dingin ve neşe, hayat dolu albümlerden hoşlanıyorsanız sizi derinden etkileyebilecek bir albüm. Folk yapısından dolayı çekimser yaklaşıyorsanız albüme, grubun farklı bir folk anlayışı benimsediğini söylebilirim ilginizi yoğunlaştırmanız için. Jethro Tull vari fakat onun gibi fazlasıyla alıp götüren gaz bir yapısı yok. daha çok Maneige'in "Les Porches de Notre-Dame" parçasındaki davulun çıkartılmış hali gibi Harmonium.

Harmonium

- Pierre Daigneault / flüt piccolo, Soprano saksafon, clarnet
- Serge Fiori / gitar, flüt, harp, bas davul, vokal
- Serge Locat / piyano, mellotron, synthesizer
- Michel Normandeau / guitar, accordion, vokal
- Louis Valois / bas gitar, elektrik piyano, vokal
- Judy Richard / vokal (5)

Si On Avait Besoin D'Une Ciquème Saison

1. Vert (5:34)
2. Dixie (3:26)
3. Depuis L'Automne (10:25)
4. En Pleine Face (4:51)
5. Histoires Sans Paroles (17:12)

Saturday, January 26, 2008

Itzhak Perlman; Nicolò Paganini - 24 Caprices, Op.1 (1820; 1972)

EMI'nin EMI Classics albümleri ülkemize gelmeye ve uygun fiyattan satışa sunulmaya başladığından beridir, albümleri elimden geldiğince alıyorum. EMI Classics'in "Great Recordings of the Centruy" adı altında sunduğu kayıtlar ise günümüzün yarmış klasik müzik müzisyenlerinin yarmış kayıtlarına temiz ve itina ile hazırlanmış, düzenlenmiş şekilde ulaşmamızı sağlıyor. EMI Classics'in genel anlamda çok kaliteli bir sunum yaptığını belirtmekle birlikte kayıt seçimlerinin ve masteringlerinin de çok iyi olduğunu söylemeliyim. Vivaldi'nin "Four Seasons and etc." (etc. dan kasıt "Violin Concerto in C minor RV 199; Il Sospetto", "L'Estro Armonico, Op.3, Concerto 6- in A minor, RV 356" ve "La Stravaganza, Concerto 5- in A, RV 347") eserlerinin Itzhak Perlman'ın kemanı ile kaydedilen EMI Encore esirinin albümü ile Antonín Dvorák'ın op.46 ve op.72 (Slavonic Dances; Slavların Dansı) kayıtlarının olduğu EMI NDR-SinfoniOrchester serisi albümünden sonra elime geçen başlıktaki eser Dört Mevsimden daha etkileyici bir yapıya sahip. Vivaldi'nin ve Dvorák'ın eserlerinin kayıtlarını da ayrıca önerdiğim için özellikle belirtme gereği duydum.


Vivaldi'yi çalışından etkilendiğim Perlman'ın imzasını Paganini'nin meşhur 24 Caprices (Kaprisler) eserinde gördüğümde hiç düşünmeden aldım albümü. Şüphesiz yirminci yüzyılın en önemli virtüözlerinden olan Itzhak Perlman'ı dinlemek her zaman keyif verecektir inleyiciye. Özverili ve fedakar müziğinin yanında kendini kanıtlayan tekniği; duygusallığı, neşesi dinleyici ile bütünleşmesini sağlıyor. Zaten kendisinin şehir efsanesi tadında anıları da vardır; konserde bir teli kopan kemanını değiştirtmek yerine üç tel ile çalınması mümkün olmayan bir eseri, harika bir şekilde yorumlaması gibi.

Biraz Paganini'den bahsedecek olursak, egoist bir müzik anlayışı ile eserlerini yazdığını söyleyebiliriz, pek dinleyici dostu değildir fakat yaşamında Avrupa dinleyicisini etkileyen eserlere imza atmış, Schubert, Bizet gibi değeri sonradan anlaşılanlardan olmamıştır. Caprices eserinin de çalınabilecek en zor keman solo eseri olduğu düşünüldüğünce müzikal açıdan mükemmeliyetçi olduğu düşünelebilir. Zaten 24 Caprices eserinin Perlman hariç bir kaç kişi eserin tamamını çalabilmiştir. Hayatını Paganini eserlerine adayan Ruggiero Ricci'nin Caprices yorumundan sonra Perlman esere düzgün bir kayıt yapmıştır. Bach'tan, Mozart'a, Chopin'e kadar bir çok sanatçının etkisinin görüldüğü eser, sonrasında bir çok müzisyeni de etkilemiştir; Brahms, Liszt gibi müzisyenlere ilham vermiştir. Albümün içindeki açıklayıcı bilgilerden kopya çekmemek adına tek tek bölümler hakkında yorumumu ekleyemeyeceğim.

Vitüözite deyince insanların aklına keltoş, kendini beğenmiş, hızlı ve anlamsız çalmanın bir beceri olduğunu sanan, modern batı müziği icracıları geliyor. Niteklim hepsine teker teker sıra dayağı çekmek istiyorum. EMI Classics'in bu serisi ilaç gibi gelecektir günümüzde sanat adına yapılan şeylerin kalmadığını düşünenlere. Düşünmeyenlerin paylarına ise albümün tadını çıkartmak düşecektir.

Composer: Nicolò Paganini
Artist: Itzhak Perlman (violin; keman)
Label: EMI Classics: Great Recordings of the Century

24 Caprices Op.1 for solo violin

1. No.1 in E (1:40)
2. No.2 in B minor (2:44)
3. No.3 in E minor (2:54)
4. No.4 in C minor (6:23)
5. No.5 in A minor (2:28)
6. No.6 in G minor (3:27)
7. No.7 in A minor (3:52)
8. No.8 in E flat (2:39)
9. No.9 in E (2:32)
10. No.10 in G minor (2:24)
11. No.11 in C (3:27)
12. No.12 in A flat (2:46)
13. No.13 in B flat (2:32)
14. No.14 in E flat (2:02)
15. No.15 in E minor (2:31)
16. No.16 in G minor (1:26)
17. No.17 in E flat (3:10)
18. No.18 in C (2:25)
19. No.19 in E flat (2:47)
20. No.20 in D (3:38)
21. No.21 in A (2:54)
22. No.22 in F (2:28)
23. No.23 in E flat (4:44)
24. No.24 in A minor (4:25)

Toplam zaman: 72:29

Sunday, January 13, 2008

DANdadaDAN - Sen Bana Birini Android (2006)

Dandadadan 2006'da çıkardığı albümü ile bünyeleri alt üst etti diyebiliriz. grup albüm çıkarmadan önce Volume dergisindeki röportajlarını okuduğumda vay anası demekten kendimi alamamıştım, fakat sonradan unuttum kendilerini ve derken yılın sonlarına doğru elime geçti albümleri. ilk dinleyişimde evet fena değil deyip bir köşeye koymuştum, o aralar Gevende ile kafayı bozduğum için başka hiçbir şey pek çekici gelmiyordu. derken bir kaç kişiye önerdim albümü, Türk gruplarından örnekler istemişlerdi, ve ben de tekrar dinlemeye başladım. şimdi de DANdadaDan ile kafayı bozdum ve başka bir şeyi zor dinliyorum.

Grup için psychedelic rock yapıyor çok rahat diyebiliriz. pek kulak aşinalığım olamasa da albümün bir kaç yerinde kosmik öğeler de bulmak mümkün. tabi bunun yegane nedeni klavye. Elektro gitarın domine ettiği müzik dünyasında elektro gitarı kullanmayan bu grup marjinal bir yapıya sahip olmasının yanında kendine çok özel bir tarza da sahip olmasını sağlıyor klavye ve saksafon kullanımı. evet elektro gitarın yokluğunun oluşturacağı boşluğu klavye ve saksafon doldurmakla kalmıyor, inanılmaz bir müzik şöleni de yaratıyorlar. Saksafon kullanımdaki tarz sayesinde King Crimson etkisi görmek mümkün, zaten KC'ın psychedelic etkileşimli bestelerinde saksafonun büyük etkisi olduğundan bu bağdaştırmayı yapmak çok zor olmuyor. Bazen Robert Fripp mi gitar çalıyor bile diye düşünebiliyorsunuz, çünkü klavye sadece klavye görevi görmüyor aynı zamanda bazı yerlerdeki sololarını gitar vari atıyor. Fakat özellikle bazı yerlerde klavye kendini gösterip sazı eline alabiliyor, özellikle Kaltaklar parçasındaki solosu DANdadaDAN'ı bambaşka boyutlara taşıyor ya da benzer bir durumu saksafon içinde söyleyebiliriz; Kız parçasındaki saksafon solosu ya da Hayaletlerdeki parçaları ve albümü çok farklı bir konuma getirerek albüm içinde farklı tatları bulmanızı sağlıyor. Bas gitar ve davuldan söz edecek olursak; elektro gitarın olmaması bas gitara ekstra yük verse de aynı zamanda bas gitara özgürlük de sağlamış; zaman zaman tek başına takılan bir yapısı, zaman zaman klavye ve saksafona arkadan destek sağlaması, zaman zaman ise parçayı sürüklemesi albümü bir de bas için dinlemenizi sağlıyor. Davul ise belli noktalardaki ataklarından farklı olarak çok ön plana çıkmıyor, ama misalen Aydınlıklar ve Tezkere parçalarındaki atmosfer yaratmadaki ustalığı dinlenmeye değer. ek olarak belirtmek gerekirse Maskara ve Yoğurtçu Başı Çıkmazı parçaları birbirinden çok farklı parçalar olmalarına rağmen psychedelic rock müziğini çok iyi örnekleyen ve yansıtan parçalar.

Vokal ve söz yazarlığı ise DANdadaDAN'ın başka bir ustalığı. Kuru Kuru ve Zın Zın parçaları cinselliğin ön planda tutulduğu parçalar olmalarının yanında söz yazarlığında metaforik cümlelerin oluşturulmasındaki ustalık göze çarpmakta; "Yola çıktım karga boku ağzımda" liriği örneğin Bukowski'nin "ördek çükü" benzetmesini çağrıştırmaktadır. ya da Kutbu Kuzey parçasında insanın yalnızlığının resmedilirken kalbin kuzey kutbundaki soğuk ile bağdaştırılması birinci kişi anlatımından örneklendirilken; "gelme yanarsın, tenin inceciktir senin" lirikleri anlam kayması sayesinde soğuk ile sıcağı birbirine karıştırırken, sevdiği kadının teninin incecik olmasını hatırlaması da aşkın ve saflığın yalnızlığa yansımasını ortaya koyuyor. öte yandan albümün sonlarına doğru Cenaze ve Kaltaklar parçaları insanın sinir ve üzüntüsünü aynı anda kustuğu ve içini boşalttığı için albümün diğer parçalarından çok daha vurucu bir özellik kazandırabiliyor. özellikle albümün başlarında çok daha optimist bir varken, albümün sonralarına doğru bu optimizm yok oluyor ve depresif bir havaya bürünüyor parçalar. Cenaze parçasındaki; "bugün senin cenazen, kalktı benim içimden" liriği de bunun en net kanıtı. ya da vokalin "Kaltaklar, Kaltaklar" diye haykırması dinleyicide o isyanın hissedilmesini sağlıyor. Enstrümantal Yoğurçu Başı Çıkmazı ise albüme dingin bir kapanış sunuyor.

Daha çok bahsedilecek nokta var albümde, özellikle yazıyı yazarken aklımdakilerin ancak yarısını hatırlayabildim. şu bir gerçek ki bu albüm Türk müzik piyasasının son dönemlerindeki en iyi örneklerinden. lütfen linkteki albümü indirdikten sonra orjinali almamazlık etmeyin. kesinlikle ödeyeceğiniz her kuruşu hak eden bir albüm.

DANdadaDAN

Korhan Futacı / vokal, tenor-alto-soprano saksafon, arka vokal
Berke Can Özcan / davul, arka vokal, vurmalılar
Burak Irmak / synth, org, arka vokal
Feryin Kaya / bas gitar, arka vokal

Sen Bana Birini Android

1. Kuru Kuru (3:51)
2. Zın Zın (4:02)
3. Hayaletler (3:04)
4. Tezkere (3:28)
5. Kutbu Kuzey (3:16)
6. Kız (4:32)
7. Aydınlıklar (4:41)
8. Kara Araba (5:29)
9. Maskara (2:23)
10. Cenaze (4:37)
11. Kaltaklar (6:48)
12. Yoğurçubaşı Çıkmazı (5:19)

Sunday, December 30, 2007

Caravan - In The Land Of Grey And Pink (1971)

Canterbury sound'un oluşmasına etkili olan gruplardan biri olan Caravan, '68 yılında ilk çıkardıkları albüm ile müzik piyasasına girdiler. Caz ve saykodelik soundları ile klasik canterbury tarzını oluşturdular; caz tarzında doğaçlamaları, rock ritmleri, saykodelik lirikleri ile başı çeken isim oldular. Bir çok progresif grup gibi 80'lerde albümlerine ara veren grup '90 sonlarında ve '00 yıllarında bir kaç albüm ile geri döndü.

Canterbury Scene grupları birbirinden çok farklı olsa da caz rock füzyonu ve saykodelik yanları ile birbiri ile özdeşleşmişlerdir. öte yandan herbirinin kendine özgü bir tarzı olması da daha derin ve üzerine düşünülesi kılar türü. Caravan'ın Grey and Pink albümü de tipik bir Canterbury albümü olsa da, dinleyiciyi oldukça şaşırtacak parçalar, bölümler içermektedir. belirtmek gerekir ki, lirikler oldukça eğlenceli ve vokal de bu bağlamda uyumlu ve ruh okşayan bir yapıya sahip. özellikle Golf Girl parçasındaki çocukça saflığı ve neşeyi görmemek imkansız. Klavye, piyanodaki David Sinclair zaman zaman ön plana çıkarak uzun sololar atarken, gitar ritmleri dinleyiciye her zaman tanıdık gelecektir. özellikle Nine Feet Underground parçasının sonundaki ritmi "Sunshine Of Your Love" ile özdeşleştirmek hiç de zor değil. öte yandan "Love To Love You" parçasındaki piyano da çok tanıdık gelecektir. üflemelilerdeki Jimmy Hastings harikalar yaratırken, bass ve davul parçaların ton yakalayabilmelerindeki en önemli araç. onlar olmasa Canterbury havasından oldukça uzaklaşabilirdi grup. Özellikle "Winter Wine" parçasını Camel'in Mirage albümünden sanmak ve karıştırmak pek zor değil. parça adeta "Freefall" parçasının bir prequel'i.

Albümde ağırlığı olan parça hiç şüphesiz 23 dakika uzunluğundaki Nine Feet Underground ama bu tarz, epik parçalar barındıran albümlerin aksine Grey and Pink'teki parçalar biribirinden daha değersiz ya da geri planda kalmış değil. Aksine Golf Girl, Love To Love You gibi parçalar daha hafızada kalan ve hatırlanan parçalar. Fakat grubun bütün hünerini sergilediği Nine Feet Underground her şeye rağmen albümün ağır topu ve bu yükünün altından da fazlasıyla kalkıyor.

Caravan, Canterbury Scene'e giriş yapmak isteyenler için bir kapı görevi gördüğü gibi aynı zamanda türünün en önemli albümlerinden ve en değerli yapımlarından biri. Bir göz atayım deyip içinde kaybolacağınız bir albüm.

Caravan

- Richard Sinclair / bass, akustik gitar, vokal
- Pye Hastings / elektrik gitar, akustik gitar, vokal
- David Sinclair / Org, piyano, mellotron, armoni vokal
- Richard Coughlan / davull, perküsyon
- Jimmy Hastings / flüt, tenor saksafon, piccolo
- David Grinsted / cannon, zil, rüzgar

In The Land Of Grey And Pink

1. Golf girl (5:05)
2. Winter wine (7:46)
3. Love to love you (and tonight pigs will fly) (3:06)
4. In the land of grey and pink (4:51)
5. Nine feet underground: (22:40)
a- Nigel blows a tune
b- Love's a friend
c- Make it 76
d- Dance of the seven paper hankies
e- Hold grandad by the nose
f- Honest I did!
g- Disassociation
h- 100% proof

Toplam Zaman: 43:28

Tuesday, December 18, 2007

Samla Mammas Manna - Måltid (1973)

Evet gerçekten ilginç bir grup ile karşı karşıyayız. İsveçli RIO (Rock in Opposition) grubu fakat. RIO kısır bir tanım olacak grup için zira müziklerinde caz, fusion, İsveç folk müziği ve avant-garde’dı çok güzel karıştıran bir yapıları var. Resmen abuk diye tabir edebileceğimiz bir vokalleri de cabası. Grup daha sonra 1977’de Zamla Mammas Manna ismi ile yeni bir başlangıç yapacaklardır kariyerlerine. Daha sonraları ise klavyeci Hollmer ve gitarist Haapala Vom Zamla ile 1981 yılında kısa süreli bir proje gerçekleştirecektir. 20. yüzyılın sonunda ise SMM ilk kadrosu ile tekrar sahnenin tozunu alacaktır. Biz grubun bu uzun yolculuklarını 1973 yılı Maltid albümü ile anıyoruz.

İkinci stüdyo albümleri Maltid. Dundrets Frojder ile mükemmel ötesi bir giriş yapıyoruz albüme fakat sonradan ipler kopuyor. Şarkının tam ortasında vokalin “bili bili” nidalarıyla tavuk mu kovalaması dersiniz, durup dururken vokale arkadan yaklaşıp, onu avazı çıktığı kadar bağırıp korkutan tipler mi dersiniz, siz düşünün artık ne kadar arıza bir albüm bu. Vokaller Amon Düül II’nin Phallus Dei albümündeki bir kısım egzantirik vokalleri hatırlatsa da ondan çok daha başka, çok daha deli vokal kullanımı var. Zaten O Förutsedd Förlossning parçasına giriş yaptığı zaman anlayacaksınız ne demek istediğimi.

Enstrümantal bağlamda baktığımızda çok üst düzey bir grup SMM. Daha ilk dakikadan itibaren anlıyorsunuz bunu. Sürekli ve her çeşit perküsyon kullanımı da başka bir arıza atmosfer yaratma şekli. Debn Aterupplivade Laten parçasına bakarsak; girişindeki perküsyondan, parçanın yoğun avant-garde yapısına, Banco del Mutuo Soccorso’yu andıran gitar ritimlerine, arka plandan bir anda lead enstrümana dönen piyanoya kadar dolu dolu bir parça mesela. Senfonik izler bile görebiliriz grubun bu tarz enstrümana yönelik parçalarında. Enstrümantal açıdan en arıza parça örneğini vermem gerekirse tereddütsüz Sister System’i anmalıyız. Bu parçayı acaba gerçekten albümdeki hali ile canlı çalabilmişler midir merak ediyorum. Yok imkansız bir şey değil tabii ki fakat o grubun o kadar yoğun bir şekilde konsantre olup, anlaşabilme çok söz.

Grubun en güzel yanı da grubun ciddi bir şeyler yaratmak gibi bir kaygıları olmamasıdır sanırım. Mümkün olduğunda eğlenceli müzikler yaratmışlar, yarı sarhoş bir sesle vokal yapmışlar. Progresif müzikte sürekli ciddi bir şeyler arayan ya da duygusallığı sadece melankoli sanan insanların uzak durması gereken, mümkünse hiç bilmemesi gereken bir grup, bir albüm. Zaten asla bu grubun değerini anlayamazlar. Måltid, progresif müziği sevenleri saran sarmalayan, yerinizden kalkıp odanın ortasında tepinmenizi sağlayan bir albüm. Mutlaka edinin.

Samla Mannas Manna

- Coste Apetrea / gitar, vokal (11 hariç)
- Hasse Bruniusson / davul, perküsyon, arka vocal, cam
- Lasse Hollmer / piyano, klavye, vokal
- Lasse Krants / bass, vokal
- Henrik Öberg / congas (11)

Måltid

1. Dundrets fröjder (10:43)
2. Oförutsedd f¢rlossning (3:10)
3. Den återupplivade låten (5:53)
4. Folkvisa i morse (2:07)
5. Syster system (2:27)
6. Tärningen (3:33)
7. Svackorpoängen (3:11)
8. Minareten (8:21)
9. Værelseds tilbud (2:26)

Toplam Zaman: 41:51

Bonus Parçalar 10. Minareten II
11. Circus apparatha
12. Probably the probably

Sunday, December 16, 2007

Gazpacho - Night (2007)

1999 yılında kurulmuş, Marillion’un alt grubu olarak çalmış Norveçli grup. Akım olarak Neo-progressive müziğe bağlı olduğu söylenebilse de farklı bir çok tür ve gruptan ilham alarak oluşturdukları kendilerine özgü yapıları ile neo-prog’dan çok daha fazlasını bulabileceğiniz bir grup. Önceki albümleri daha çok kendi içinde bir yeri olsa da son albümleri “Night” progresif müzik piyasasına çok iyi bir giriş yaparak, herkesin dikkatini çekmekle kalmadı aynı zamanda 2007 yılı daha kapanmadan değeri anlaşılan sayılı albümlerden oldu. Progresif bir albümün değerinin genelde yıllar sonra anlaşıldığı düşünüldüğünde global bir dünyada yaşamamızın getirdiği nimetler ile Gazpacho’yu Night sayesinde aktif iken keşfettik, iyi de ettik. Zaten grup last.fm, myspace gibi siteler sayesinde tanınırlığını attırmayı sürdürmekte ve şu an grubun tüm parçalarına internet üzerinden stream sayesinde bedavaya ulaşmak mümkün.

Night albümünden yola çıkarak Gazpacho’yu incelersek; grup neo-prog çerçevesinde yaratıcılığını sürdürse de birçok farklı türlerden ve gruplardan farklı öğeler katmakta kendi müziğine. Vokaldeki Jan Ohme’nin sesini kullanmadı ustalığı, atmosfer yaratmada yaratıcılığının grubun en büyük kozu ya da özelliği diyebiliriz. Thom Yorke gibi direk kendini belli eden bir vokale sahipler ve bu da grubun ilk dinleyişte tanınmasına yol açıyor. Öte yandan vokallerin parçalardaki ilerleyişi Van Der Graff Generator’ı hatırlatabilir. Zira parçalar baştan sonra vokal etrafında dönmekte ve VdGG’daki gibi vokal parçayı sürüklemektedir. Jan yer yer arka vokale yer verse de bu vokalleri de kendi yapmaktadır ve bu arka vokaller genelde parçaların kendilerini tanımlamasını sağlamaktadır. Örneğin; Upside Down parçasındaki arka vokalin yumuşak ve melodik tamamlamaları parçayı direk hatırlanır kılmaktadır. Ayrıca Massive Illusion parçasındaki bunun tam tersi derin ve baskın arka vokal yine Massive Illusion’a bir kimlik kazandırmaktadır.

Müzikal açıdan bakıldığında teknik olarak çok fazla bir şey sunmayan, fakat bu amaç içinde zaten olmayan bir albüm Night. Müziğini yayan ve geniş zaman aralıkları içinde parçaları birbirine bağlayan grup bu bakımdan post-rock grupları ile bağdaştırılabilir. Öte yandan Pink Floyd’da görülen bu melodiyi yayma yolu ile atmosferi oluşturma amacı Night’ta önemli bir özellik halini almaktadır. Öyle ki PF’deki gibi klavyenin asıl amacı bu genişliği sağlayıp, atmosferin oluşmasını sağlamaktır. Bu bakımdan grubun klavyecisi ve piyano kompozisyonlarını oluşturan Thomas Andersen’in albümdeki rolü çok büyüktür. Klavyeyi yer yer Porcupine Tree vari kullanarak da PT dinleyicisini de albüme çekmektedir. Zira albümü domine eden vokalin en büyük yardımcısı bu atmosferi temiz ve yer yer patlamalar yaparak yaratan klavye ve gitar kompozisyonlarıdır. Fakat parçalarda araya giren keman, piyano kompozisyonları vokalin etkisini yok edip, klasik müzikten yola çıkarak dinleyiciye melankolinin ve atmosferin farklı boyutlarını da sunmayı becerebilmektedir. Öyle ki araya giren bu keman piyano ikilisi albümdeki bütünlüğün sağlamasında da en önemli görevlerden birini yerine getirmektedir. Misalen; Dream of Stone ile Massive Illusion’daki keman, piyano kompozisyonları birbirinin tamamlayıcısı niteliğindedir. Keman, piyano ikilisinin yarattığı bu tamamlayıcı öğeyi gitarda da bulabiliriz. Albüme, blues havası olan basit bir ritim ile giren gitar Jon Vilbo albüm biterken aynı ritmi distorsion ile daha sert çalmaktadır ve bu tarzını/ hareketini albüm içinde sık sık tekrarlamaktadır farklı ritimler ile.

Albümde parçalardan ziyade bölümlerden söz etmek daha anlamlıdır. 53 dakika 21 saniyelik tek şarkıdan oluşan albüm, dinleyiciye kolaylık sunmak açısından 5 parçaya bölünmüştür. Konsept olarak geceyi kullanan albüm gerçeklik, rüyalar ve ikili ilişkilerdeki davranışlar gibi konuları birbirine karıştırarak inceler.

Night albümüne baktığımızda 2000’li yıllarda halen müziği para kazanmadan yapma amacında olan bir grubun çabasını görmekteyiz. Tüm parçalarının post rock grupları gibi stream edilebilir olmasının avantajlarına ziyade artık işlevini yitirmiş ve burun kıvırılan bir tür olan neo-progresif müzik yapan bir grubun böyle bir taktik ile albümlerini satarak, yeni albüm yapacak kadar para toplayabilmesi gerçekten takdiri hak eden bir cesaret örneği. Kesinlikle dinlenmesi gereken bir albüm olan Night şans vermek isteyeceğiniz değil, daha ilk dinleyişte etkisinde kalacağınız bir albüm.

Gazpacho

- Jan Henrik Ohme / vokal, arka vokal
- Thomas Andersen / piyano, klavye, programming
- Jon-Arne Vilbo / akustik, gitar
- Mikael Krømer / keman, programming
- Kristian Olav Torp / bass
- Robert Risberget Johansen / davul, perkusyon

Night

1. Dream of Stone (17:00)
2. Chequered Light Buildings (6:34)
3. Upside Down (9:41)
4. Valerie's Friend (6:29)
5. Massive Illusion (13:37)

Toplam Zaman: 53:21

Wednesday, December 12, 2007

Nekropsi - Mi Kubbesi (1996)

ilk postumuzu üşencekliğime vererek elimde hali hazırda bulunan
bir link ile yayınlıyorum. efendim elemanlar 1990 yılında liseye giderken thrash metal olan bir demomsu bir albüm çıkartırlar. 700 kopya ile müzik marketlerde aslında yerlerini almazlar. derken gitarist cem ömeroğlu ile davulcu cevdet erekli yanına Cenk ve Tolga'ı da alarak otururlar Mi Kubbesi'ni yaratırlar 1996 yılında. Progressive Metal ile Psychedelic Rock arasında gidip gelir albüm. 2006 yılındaki "sayı 2" albümleri ise dinlemeye değer değildir eğer fanı değilseniz grubun. grup rahat bir dille albümlerinde şöyle anlatırlar nasıl Mi Kubbesi'ni yaptıklarını;

"Ne Yaptık?

93 Ağustos'ta bir oda tuttuk. Cem, Cevdet, Tolga. Odamız havasız ama hoştu. Çalmaya başladık. Hayatlar, hayaller, bolca koyu biraz da açık renk seslere dönüştü. Söz söylemek istemedi canımız. Bazen bağırıp çağırdık, o kadar. Bir sürü kişi çalmaya geldi, bir o kadarı da muhabbete. Sonra dışarı çıktık, insanlara çaldık. Onlar da katıldı bize. Nihayet bir de basçı bulduk. Cenk. Devam ettik çalmaya. İnsanlara, harekete, biraz da görüntüye. Ve sonunda tamam dedik. 'Kaset çıkaracağız'. Biz kasetlik şarkı seçtik kayda girdik."

evet albümün konsepti de vardır. yine albümde bulunan yazıyı kopyala, yapıştır ile ekleyelim sizin hayal gücünüz ile şekillensin;

"Kubbe ve Mi

Uyandık. Atık üşümüyoruz. Kubbeyi fark ettik. şaşırdık. Dolaşmaya başladık. Kubbeyi binlerce resim ve kabartma süslüyor. Yazılar da var. Seyrediyoruz. Dokunuyoruz. Algılayamıyoruz. Dört yanda dört yarık. güneş birinde doğup birinde batıyor. Birkaç kez doğduğu yarıkta battı. Kubbe mi dönüyor güneş mi? Bugün de yukarıda kubbe, çevrede ufuktan başka bir şey yok. Duvarlar nerede? Mi kubbeye ve bulabildiği tüm yüzeylere çarpıp kulaklarımızı dolduruyor. Tek başına, ağır, rahatlıyor. Bazen çıldırıp başka seslerle üstümüze geliyor. Henüz kaynağını bilmiyoruz. 'Kubbealtı' bize 'törenler'den fazlasını çağrıştırmıyordu önceleri. Ama burası farklı. İnsanlar gelip yazıp çiziyorlar. Ahşaptan iskeleler üstünde günlerce kubbeyle uğraşıyorlar. Biz de katılıyoruz onlara. Mi ve ayak uydurmaya çalışıyoruz. Sadece kazıyanlar var. Eskileri ortaya çıkarıp öylece bırakıyorlar. Yıkmaya gelenler bize de saldırıyor. Yaralıyız. Kubbealtı karışıyor, kararıyor. Mi uzun zamandır yoktu ortada. Yaralar büyüdü. Yarıklar karardı. Yaktığımız ateşler kendi yüzümüzü biel aydınlatamadı. Fakat şimdi her şey eski haline döndü, mi burada. Hiç yok olmamış galiba. Peki biz? Mi can çekişiyor. Kubbe iyice silikleşti. Kimseyi duyamıyorum artık. Gözlerim kapanıyor. elimden düşeni fark ediyorum. Yere çarptığında cılız bir mi vererek parçalanıyor. Duyduğum ilk minin aynısı! Ellerime bakıyorum. Yerdekilere bakıyorum. gevşiyorum. Bitiyor muyum?"

Nekropsi;

Cem: gitar, vokal.
Cenk: bas (7,8,10,13 hariç), peroesiz bas (3), ek vokal.
Cevdet: davul, darbuka (4,14), bendir (4,13), ek vokal.
Tolga: gitar, vokal, fx, sampling, bas (6,7,8,10,11,12), peroesiz bas (1,12), kemençe+yaylı bas (7), bağlama (1,10).

Mi Kubbesi;

1. Crying Game (02.43)
2. Fok (04.43)
3. Efsane (06.24)
4. Çarşı (01.15)
5. Kor (02.58)
6. Derinlik (05.49)
7. Dimli Mi (06.26)
8. Lim (02.07)
9. Hindu (02.19)
10. Çarklar (05.20)
11. Ateis (02.46)
12. Göç (02.20)
13. Kubbealtı (0.32)
14. Son (05.11)
15. 41 (09.35)